Medya

Su dünyası

Bird's eye view of Kuroyon Dam in Kurobe

Dünya nüfusunun artması ve iklim değişikliği etkilerinin daha fazla hissedilmesi sürdürülebilir su kaynaklarının geleceği hakkında kaygılara yol açıyor. Dünya Bankası eski danışmanı Prof. Dr. John Briscoe inovasyon, akıllı altyapılar ve ilgili kurumlara yatırım yaparak bu değişikliklere nasıl hazırlıklı olabileceğimizi açıklıyor.

Creating Chemistry: Kariyerinizin büyük bir kısmını suya adadınız. Bu kaynağa olan ilginiz ilk kez nereden doğdu?

Prof. Dr. John Briscoe: Çok basit, ben Güney Afrikalı’yım ve yağmurun sahile yağdığı, Tanrı’nın elmas ve altını yağmur ve büyük gökkuşağından çok uzakta verdiği bir ülkede büyüdüm. Bu ülke, su ihtiyacını çok büyük hidrolik programlarla karşılıyor ve bu programlar suyu bulunduğu yerden alarak insanların ve ekonominin bulunduğu yere taşıyor. Suyun değerini bilerek, su kıtlığı tehdidi ile büyüdüm; bu bakımdan, bu durum benim için içgüdüsel bir şey. Cape Town'da inşaat mühendisliği okurken suyun inanılmaz bir şey olduğunu keşfettim. Bu alanla ilgilenmek için mühendislik, finans, iktisat, kamu sağlığı, din ve politika bilmeniz gerekiyor. Benim gibi, birçok entelektüel merakı olan insanlar için büyük bir alan bu. Bangladeş, Mozambik, Hindistan ve Brezilya'da yaşama ayrıcalığına sahip oldum ve son 40 yıldır birçok ülkede bu meselelerle ilgili çalıştım. Şu anda bilmem gerekenin sadece %10'unu bildiğimi düşünüyorum!

 

Şu an, Harvard Mühendislik ve Uygulamalı Bilimler Fakültesi’nde kurduğunuz aynı disipline ait bir araştırma programı olan Harvard Su Güvenliği Girişimi'nin başkanısınız. Bu girişimin amacı nedir?

Programın iki temel amacı var. İlki, modern su yönetimi konusunda bir tür yeni uzman yaratmak. Su konusuyla uğraşırken, uzman mühendislere, avukatlara, iktisatçılara, tarım ve enerji uzmanlarına ve diğer uzmanlarla iletişim kurabilecek uzmanlara ihtiyacınız var. Bu yüzden ilk amaç, kendi temel disiplininde uzman olan fakat diğer disiplinlerle de çalışma yetkinliği olan, yeni nesil "uzmanlaşmış entegre ediciler" yetiştirmektir. İkinci konu; su dünyasında ‘yüksek düşünürler’ ile gerçek hayat arasında büyük bir bağlantı kopukluğu olmasıdır. Bu yüzden ikinci amaç, öğrencilerle ‘düşünen pratisyenler’ arasında bağ kurmaktır. Ayrıca,yıllar boyunca bizzat uygulama deneyimi kazandığım yerlerde çalıştık ve sadece dört coğrafyaya odaklandık: Brezilya, Avustralya, Pakistan ve Mississippi.

Professor John Briscoe
Uygulamalı Çevre Mühendisliği Profesörü ve Harvard Su Güvenliği Girişimi Başkanı

Su yönetimi alanında dünyanın önde gelen uzmanlarından biri olan ve 40 yıldır su ve ekonomik kalkınma alanlarında çalışan Prof. Dr. John Briscoe, Güney Afrikalı’dır. Son olarak Dünya Bankası Kıdemli Uzmanı ve Brezilya Ülke Direktörü olarak görev yaptı. Dünya Bankası'nda geçirdiği 25 yıl boyunca Hindistan ve Brezilya'da yaşadı. Bundan önce, Güney Afrika ve Mozambik'te su kurumlarında mühendis olarak, Bangladeş'de de Kolera Araştırma Merkezi'nde epidemiyolog olarak çalıştı.

Şu anda Harvard Mühendislik ve Uygulamalı Bilimler Fakültesi Gordon McKay Kürsüsü'nde uygulamalı çevre mühendisliği profesörlüğü yapmaktadır. Aynı zamanda, güvenilir ve sürdürülebilir su kurumları platformu ve altyapısı geliştirme alanında Avustralya, Brezilya, Pakistan ve Amerika Birleşik Devletleri ile işbirliği yapan bir kurum olan Harvard Su Güvenliği Girişimi'nin başkanıdır.

Pakistan'da sel, Avustralya'da kuraklık, Hindistan'da muson yapılarında değişiklikler, Kıbrıs'ta kurumuş yer altı su tabakalarının tuzlu suyla dolması olasılığı gibi durumlarla karşı karşıya kaldığımız ve iklim değişikliğini iyice hissettiğimiz bugünlerde, gezegenin nüfusu da artıyor. İçinde bulunduğumuz durum sizce ne kadar ciddi?

Öncelikle suyla ilgileniyorsak "biz" diye bir şey yoktur. Suyla ilgili her durum yereldir. Massachusetts'teki su durumuyla Kaliforniya'daki su durumu özü itibarıyla bağımsız sorunlardır. Bu yüzden dünya su krizi diye bir şey yoktur. Çok sayıda yerel sorun var ve her birinin özellikleri farklı.

İkincisi, kuraklığı ve seli her zaman yaşadık. Bu durumlar İncil'de bile var ve 1997'de başlamadı. Elbette iklim değişikliği bir tür belirsizlik unsuru katıyor. Avrupa'daki en son sel baskınları. Onlar da mı bir iklim olayıdır? Muhtemelen kısmen öyle. Ama bu daha ziyade taşkın su yataklarının kullanımıyla ilgilidir.

Üçüncü olarak, bardağın yarısı hala dolu. Birçok sel ve kuraklık vakasıyla karşı karşıya kaldığımız doğru. Ancak bazı iyi uyarlanabilir uygulama örneklerimiz var. Su kıtlığıyla en iyi mücadele eden ülke olarak Avustralya’yı ve selle mücadele ederken harika bir iş çıkaran Mississippi Nehri Komisyonu’nu, üzerinde çalıştığımız iki örnek olarak vermek isterim. Elimizde işe yarar, çok pratik ve sahada test edilmiş birçok bilgi mevcut. Bir pratisyen olarak görüşüm şu ki, dünyanın 2080 yılında nasıl bir yıkıma sürükleneceğiyle ilgili renkli grafikler hazırlamakla çok fazla ilgileniliyor. Bunun yanında, hidrolojik değişkenliğin hayatın köklü bir gerçeği olduğu ve bilinen değişkenliğe karşı bir tür dayanıklılık geliştirilmesinin kabul edilmesiyle ise çok az ilgileniliyor. Bilinen değişkenlikle uğraşanlar, iklim veya diğer şoklar gibi birçok bilinmeyeni yönetmek konusunda daha donanımlıdır.

280,000

Son 20 yıldır, her gün yaklaşık 280 bin kişi hayatlarında ilk defa yeterli miktarda içme suyu bulabiliyor.

 

80%

Zengin ülkeler, ekonomik olarak kullanılabilir haldeki hidroelektrik potansiyellerinin %80'ini kullandı. Afrika'da bu oran %5’tir.

 

70%

Avustralya'daki Murray Darling Havzası’nın su kaynaklarında %70 azalma yaşandı. Ancak, suyu düşük değerli kullanımlardan yüksek değerli kullanımlara taşıyacak iyi işleyen piyasa mekanizmaları olduğu için, tarımsal değer üzerinde görünür hiçbir etki yaşanmadı.

 

Şehirlerin nüfusu her geçen gün daha fazla artıyor. Bu durum, sürdürülebilir şehir suyu kaynakları açısından nasıl bir sorun yaratıyor?

Şehirleşmeyi üstesinden gelinmez bir sorun olarak görmüyorum. Elbette çok fazla sorun var. Ama şimdiye kadar karşılaştıklarımızdan daha kötü değil. 1850'lerde Londra yaşanılabilir, şirin ve pastoral bir şehir değildi. Birçok konuda işler iyi gidiyor. Ancak kaynakların kullanılabilirliği kritik bir mesele. Mesela New York ya da Şangay'da sel sorununun üstesinden gelmek Lagos ya da Kalküta'ya göre daha kolay. Bu yüzden hem tüm şehirler için daha proaktif ve uyarlanabilir bir tutum takınmalıyız hem de gelişmekte olan ülkelerde temel odak noktası ekonomik büyüme ve şehirlerdeki üretkenliğin arttırılması olmalıdır.

Güvenli su erişimi bulunmayan dünya nüfusunun %10'uyla ilgili ne yapabiliriz?

Bu zorlukla mücadele ederken ilerleme kaydedildiğini kabul etmek önemli. Son 20 yıldır, her gün yaklaşık 280 bin kişi hayatlarında ilk defa yeterli miktarda içme suyu bulabiliyor. Bu ilerlemenin neredeyse tamamı ekonomik büyümenin sonucudur.

Fakir halk iş, ulaşım, sağlık, eğitim veya gıda gibi birçok imkâna sahip değil. Su kaynağı ve temizlik büyük resmin parçalarıdır ve bunların üzerine gidilmeden bu sorunlar çözülemez. Ekonomiler büyüdükçe büyük bir iyileşme meydana gelir ve su kaynağı sorunu da bunun bir parçası olarak çözülür. Biz gelişmiş ülkelerde bu şekilde güvenli su elde ettik. Bunlar, fakir halk için engel yaratan sorunlardır ve büyüme ile sağlıklı mali politikalar olmadan çözülemez.

Gelişmekte olan ülkelerde yeterli su yönetimini sağlamada ticaretin bir rolü var mı?

Gelişmekte olan ülkelerde, kamu sektöründe yeterli kanun ve mevzuat çerçevesi ve iyi yönetim kapasitesi gibi temel kavramların mevcut olmaması büyük bir mesele. Çok uluslu şirketlerin yerel şirketlerle çalışıp, bu gibi temel kabiliyetleri güçlendirmesine yardımcı olmalarını sağlayabilirseniz, ciddi bir fark yaratabilirsiniz. Şirketler, suyu daha etkin şekilde yönetmek için siyasi liderlerle bağlantıya geçerek, mali kaynakları ve bilgileriyle devletlerin kapasitesini desteklemek zorundalar. Bu, birçok şirketin yaptığı gibi, tipik "Sivil Toplum Kuruluşları’na bağış yapmak" tutumundan çok daha önemli bir husustur.

 

Sürdürülebilir su yönetiminin gerçekleştirilmesine yardımcı olmak için ne tür inovasyonlara ihtiyacımız var?

Teknolojilerin kullanılabileceği üç ana alan görüyorum. İlk olarak, suyun %70'inin tarım için kullanıldığını aklımızda tutarak, daha az gübre ve daha az haşere ilacı kullanan ve daha etkili su kullanımına sahip bitki türlerini üretecek bilim ve inovasyonu uygulamamız gerekiyor. Bu kesinlikle temel bir konu. Bunu gerçekleştirmek için kullanılacak araçlardan birisi de, genetiği değiştirilmiş organizmalardır. Avrupa'nın GDO'lar konusundaki tutumu bence çevreye ve gelişime çok zararlı.

İkinci alan arıtma teknolojisi. En çok konuşulan konu olan tuzdan arındırma alanındaki teknoloji termodinamik sınıra ulaştı ve bu konuda muhtemelen çok büyük değişiklikler yapılamaz. Ancak nanoteknolojinin uygulanması yoluyla, artık bazı çok özel arıtma gerekliliklerini karşılamak için membranlar tasarlayabiliyoruz. Bu, teknolojinin etkili bir şekilde belirli atık su türlerini temizlemek üzere özel olarak değiştirilip yeniden kullanılabileceği anlamına geliyor. Oldukça önemli olan bu konuda BASF gibi bir kimya şirketinin oynayacağı muazzam bir rol var.

Üçüncü olarak, bilgiyi daha yoğun ve akıllı bir şekilde kullanmamız gerekiyor.. Sensometre, uzaktan algılama, büyük veri analizleri ve tam zamanında teslimat mekanizmalarının kullanımı, Avustralya'da olduğu gibi şimdiden birçok yerde büyük öneme sahip. Bu inovasyonlar koşulları adaptasyon sağlamak ile ilgili çok önemli yere sahip.

Irrigation of agricultural land
Dünyadaki tüm tarım alanlarının sulaması için harcanan su miktarı, su tüketiminin %70'ine denk geliyor.

Hidroelektrik enerjisinin gelecekte enerji ihtiyaçlarını karşılamadaki rolünü nasıl görüyorsunuz?

Hidroelektrik, neredeyse her zaman düşük karbonlu bir enerji kaynağı olmuştur. Zengin ülkeler, ekonomik olarak kullanılabilir hidroelektrik potansiyelinin %80'ini kullandı. İsviçre, Norveç, Japonya, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada hidroelektrik enerjiyi ekonomik kalkınmalarının omurgası olarak kullandı ve bu durum hala geçerli. Afrika'da bu oran %5’tir. Yine de, deyim yerindeyse refah ülkeler dar gelirli ülkelerin hidroelektrik enerjisini desteklemeyeceklerini söylüyorlar. Bu durumdan, en kötü haliyle bir tür sömürgecilik, en iyi haliyle ahlaki bir tehdit olduğu gerekçesiyle derin bir memnuniyetsizlik duyuluyor. Gelişmekte olan ülkeler kalkınma konusunda tekdüze bir görüşe sahip. Şu anda refah düzeyi yüksek ülkelerin izlediği yolu izlemek ama aynı zamanda yaptıkları hatalardaki dersleri de görmek istiyorlar. İstemedikleri işe refah ülkelerin "alternatif yol" adı altında yaptıkları deneylere kobay olmak.


Bird's eye view of Kuroyon Dam in Kurobe
Japonya Kurobe'deki Kuroyon Barajı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında enerji kıtlığının üstesinden gelmek için 1956 ile 1963 yılları arasında inşa edildi

Barajların insanları yerinden ettiği, iklim değişikliğini körüklediği ve akarsu ekosistemine zarar verdiği şeklindeki eleştirilere nasıl yanıt veriyorsunuz?

Tüm önemli inovasyonların hem büyük faydaları hem de büyük zararları olabilir. Barajlar da böyle. Büyük barajların çoğu, sel ve kuraklıktan korunma, temiz ve ucuz enerji üretimi ve gıda üretimi bakımından büyük faydalar sağladı. Tabii zararları da yok değil. Bu zararlardan biri de hala azaltmaya çalıştığımız çevresel etkileriyle ilgili. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda yeniden iskan büyük bir meseledir. İnsanların yaşadığı yeri gönülsüzce değiştirmeleri her zaman travma yaratır. Son 20-30 yıl içinde çok şey öğrenildi ve çok ilerleme kaydedildi. Buradaki felsefe, yerel halkın bu projelerden faydalanan asli kişiler olması gerektiğidir ve bunun iyi çalıştığı durumlar mevcuttur.

Suya erişim topluluklar arasında daima olası bir çatışma kaynağı oldu. Sizce bugün savaş tehdidi ne kadar büyük?

Türkçesi "rakipler" anlamına gelen İngilizce "rivals" kelimesi, Latince "rivalis" kelimesinden gelir. Bu da birisinin başkasının kullandığı nehri kullanması anlamına gelir. Yani su üzerinden çıkan çatışma uzun zamandır var. Ancak savaşların çok azı su yüzünden. Amerika Birleşik Devletleri ile Kanada'nın su yüzünden savaş yapacağı fikri saçmadır. Çünkü su, uğraştıkları yüzlerce sorundan sadece biridir. Diğer taraftan Pakistan ve Hindistan'ı bir arada tutan çok az bağ var ve bu yüzden su gibi oldukça hassas bir siyasi mesele bu iki ülkenin birlikte çalıştığı çok az konudan biri haline geliyor. Tehlikeli bir olası parlama noktası olan Indus havzasında durum bu şekildedir.

40 yıl önce su yönetimi konusunda çalışmaya başladığınızdan beri büyük yaklaşım değişiklikleri oldu. 40 yıl sonra ne gibi değişiklikler bekliyorsunuz?

Ekonomik büyüme, zor sorunlarla uğraşma becerimizi artıracak. Bu, dünyanın halen fakir olan kısımları için özellikle önem taşıyor. Ayrıca, daha akıllıca davranabileceğimizi umuyorum. Kuraklık ve sel gibi uç durumlarla daha iyi uğraşabileceğimizi biliyorum. Size Harvard Su Güvenliği Girişimi kapsamındaki çalışmalarımızdan iki örnek vereyim: Avustralya'da Murray Darling havzasında sekiz yıllık bir dönem boyunca su kaynaklarında %70 azalma oldu ve bunun tarımsal değer üzerinde gözle görülür hiçbir etkisi olmadı.

Bunun işe yaramasının temel sebebi, suyun, kıt olduğu zamanlarda, pirinç gibi düşük değerli kullanımlardan meyve gibi yüksek değerli kullanımlara taşınmasıydı. Sel konusundaysa, Mississippi ilgi çekici bir örnek. Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en büyük doğal felaketi olan 1927 taşkınından bu yana, en büyük taşkını üç sene önce yaşadı.

2011'de sel olduğunda Amerika Birleşik Devletleri'nde hiç kimse ne olduğunu anlamadı. 1927'deki alanın %30'u sular altında kaldı. 2011'de bu su için ayrılan bölgenin dışında hiçbir yere tek damla su gelmedi. Dersler alınıyor ve uygulamaya geçiriliyor. Ayrıntılar yere göre değişiklik gösterse de "nehir için alan açma" felsefesi, akıllı bir altyapı ve iyi kurumların oluşturulması sabit bir politikadır.

Bugün yaşadığınız bölgedeki su meseleleri nelerdir ve kendi günlük yaşamınızda su kullanımınızı nasıl gerçekleştiriyorsunuz?

Amerika Birleşik Devletleri New England Bölgesi’nde 5000 kişilik küçük bir kasabada yaşıyorum. Yapay bir göletin üzerinde yaşıyoruz ve bir ucunda küçük bir baraj var. Ben de bu barajın ustasıyım.

Orada yaşayanlar bu göletin suyla dolu olmasını istiyorlar. Ancak çok fazla dolu olursa barajı kaybedebiliriz. Bu yüzden su seviyesi kontrol edilmeli. Eşim iyi bir gözlemcidir. "Bence seviye şimdi yeterince düşük. Tahtaları geri koyabiliriz" diyor. Kendi barajımızı yönetmekten çok zevk alıyoruz!