Medya

Zihnin yapısı

Illustration of a nerve cell

Çocukluk anıları, ilk aşklar, iş deneyimleri: Tüm bunlar, hayatımıza süreklilik katan ve bize birer kimlik sağlayan anılar. Yalnız bunları hatırlamak için beynin pek çok bölümünün etkileşime geçmesi gerekiyor.

"Biz, öğrendiklerimizden ve hatırladıklarımızdan ötürü biziz", diyor Nobel ödüllü ünlü hafıza bilimci Eric Kandel ve şöyle devam ediyor: "Anılar, ruhsal hayatımızı birbirine bağlayan ve yaşamımızda süreklilik hissi sağlayan bir yapıştırıcı gibidir." Bu durum, hafızasını tamamen kaybetmiş kişilerde çok belirgindir. Daha önce neler olduğunu hatırlamadan, uzun bir bilinçsizlik sürecinden kalıcı olarak uyanmış gibi hissederler.

Hafızamıza başvuramadığımız takdirde, hayatımızı oluşturan sayısız olayı ve deneyimi hatırlama becerisine sahip olamayız. Hatırlama sisteminin bu parçasına, Kanadalı psikolog ve emekli profesör Dr. Endel Tulving, "eylemsel bellek" adını vermiştir. "Eylemsel bellek, zamanda 'zihnen yolculuk' yapabilmeyi sağlayan, dolayısıyla kendi geçmiş deneyimlerimizi ve gözlemleyip dâhil olduğumuz olayları anımsamamıza yardımcı olan bir bellektir", diyor Tulving. Eylemsel belleğin içeriğinin farkındayız ve bunu sözlere dökebiliriz.

Hatırlama becerimiz olmadan, bilinçli biyografimiz yok olup gider. Bunun yanı sıra, bisiklete binme ve ayakkabılarımızı bağlama gibi günlük becerileri de yerine getiremeyiz. Özellikle hareket etmeyi kapsayan bu tür işlemsel bellek görevleri, otomatik olarak ve bilinçsizce yapılır.
Peki, anılar nasıl ortaya çıkar? Hatırladığımız şeyler, çoğunlukla o zaman zarfında dikkatimizi ne kadar vermiş olduğumuzla bağlantılıdır. Her uyandığımızda, sürekli olarak uyarıcılara maruz kalırız. Beynimizin duyusal bilgileri işleme kapasitesi sınırlı olduğundan, beynin ana düşünce merkezi, önemli şeyleri önemsiz olanlardan ayırır. Belleğimizin sözlere aktarılan kısmı, yalnızca dikkatimizi verdiğimiz şeyleri depolar. Uzun süreli bellekte kalabilmesi için, bir olayın beyinde çeşitli işlemlerden geçmesi gerekir. "Söz gelimi, Güney Afrika seyahatimde bir şarap tadımı etkinliğinde yer aldığımı söylersem, bu olaydan otobiyografik bir bellek ortaya çıkabilir", diyor Bielefeld Üniversitesi'nden nöropsikolog Prof. Hans J. Markowitsch. "Şarap tadımı seansı sırasında alınan duyusal bilgiler, öncelikle kısa süreli belleğe girer." Burada alınan bilgiler, birkaç saniye ile birkaç dakika arasında muhafaza edilebilir. "Bilgiler, limbik sistemdeki iki ayrı devreye hızla ilerler", diyor Markowitsch. Oraya ulaştığında, bilgiler, mevcut olaylara ve deneyimlere olan olası benzerlikleri açısından kontrol edilir ve bağlantı kurulur.

Bu süreçte, beynimizin duygusal merkezi olan amigdala, olayların duygusal olarak değerlendirilip yorumlanmasından sorumludur. "Limbik sistemin diğer kısımları ise, gelen bilgileri sosyal ve biyolojik değerlendirmeye tabi tutar" diyor Markowitsch. Bilgiler önemli olarak sınıflandırıldığı takdirde, hipokampüs devreye girer. Psikolojideki en ünlü hastalardan biri olan Amerikalı Henry Molaison, beynin bu kısmının oynadığı rolü gözler önüne seriyor: Hipokampüsün çıkarılması, kendisindeki epilepsi hastalığının tedavi edilmesi için gerçekleştirilen işlemlerden biriydi. Molaison'ın epilepsi krizleri yok oldu, fakat aynı zamanda otobiyografik belleği de kayboldu. Molaison, yeni olayları belleğine işleyemiyordu. "Hipokampüs, bilgilerin kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarılmasını sağlayan limbik sistem yapılarından biridir", diye açıklıyor Markowitsch. Bu sürecin ardından ise otobiyografik olaylar öncelikle sağ serebral korteks içerisinde depolanıyor.

Uzun bir süre geçtikten sonra Güney Afrika'daki şarap tadımı etkinliğini akla getirmek, beynin anıların ilk oluştuğu zamandaki olaya önemli ölçüde dâhil olmuş kısımlarını yeniden harekete geçirecektir. Kaliforniya Los Angeles Üniversitesi Tıp Merkezinden Nörobilimci Prof. Dr. Itzhak Fried, bu olayı tekil nöronlar düzeyinde bir çalışmada gözlemlemiştir. Anımsama, anın oluştuğu sırada aktif olan aynı nöronların aktivitesinden ortaya çıkar. "Belli bir bağlamda, belleğimizdeki geçmiş deneyimlerin yeniden yaşanması, geçmişteki nöronal aktivitenin yeniden canlandırılmasıdır" diyor Fried.

Old Pictures and Journal

Anılar beyinde kalıcı izler bırakırlar. 1949 yılında, Kanadalı psikolog Dr. Donald O. Hebb, bu izlerin büyük nöron grupları arasında dağıtıldığını varsaymıştır. Bunların esas yapısını şu veciz ifade ile özetlemiştir: "Birbirlerini tetikleyen nöronlar birbirlerine bağlanırlar." Güney Afrika'daki şarap tadımı hikâyesi, Hebb'in modeline bir örnek olabilir. Şarap tadımı çok sayıda etkiye yol açar. Şarabın meyveli tadının keyfini çıkartırken, aynı zamanda etkinliğin meydana geldiği ortamdan da duyusal bilgiler alırsınız. Şarabınızın ve bulunduğunuz ortamın tadını çıkartırken, sürekli olarak hep birlikte aktif hale gelen nöronlar giderek daha güçlü bir şekilde birbirlerine bağlanırlar. Bu güçlenme süreci sırasında, iki nöron arasındaki kesişme noktası ya da sinaps üzerinde değişiklikler meydana gelir. Kısacası, bu iki nörondan ilki, ikinci nöronun sinaptik boşluğuna göç eden glutamat gibi vericilerden daha fazla salgılar. Vericiler, nöronlar arasındaki iletişimi sağlar ve daha iyi bir bağlantı da ilk nöronun ikinci nöronu daha kolay bir şekilde aktive etmesine yardımcı olur

Böylece, aynı Güney Afrika şarabının tadı, şarap tadım seansını zihninizde canlandırmanız için yeterli olacaktır. Amerikalı bilim adamları, geçtiğimiz günlerde Nature adlı dergide, bellekteki izlerin bu şekilde saklandığını kanıtlayan bir makale yayınladılar. Bilim adamları hayvan deneklerindeki nöronlar arası belli bağlantıların gücünü azalttığında, hayvanlar geçirdikleri olayları hatırlayamaz hale geldi.
Son yıllarda yapılan bellek araştırmalarında elde edilen tüm ilerlemelere rağmen, pek çok soru hala cevapsızdır: "Örneğin, gerçekten tam anlamıyla unutabilir miyiz hala bilmiyoruz", diyor Hans Markowitsch. "Depolanmış bilgilerin bilinçaltına bağlı olmasından ötürü bunları ortaya çıkaramıyor olabiliriz."

Aynı zamanda, unutma olgusunun bilgilerin parçalanmasından mı, yoksa üst üste gelmesinden mi kaynaklandığını bilmediğimizi de ifade ediyor. Üst üste gelme teorisinin savunucuları, unutma olgusunun, bellekteki bilgilerin ortaya çıkarılması işleminin başka bir bilgi tarafından kesintiye uğramasından kaynaklandığını belirtiyorlar. "Bu süreçte, yeni bilgiler sürekli olarak belleğe giriyor eski anılarla karışıyor, bu da bu bilgilerin ortaya çıkarılması aşamasında değişime ya da bozulmaya yol açıyor", diyor Markowitsch.
Yeni araştırma bulguları neredeyse gün gün rapor ediliyor, diyor Endel Tulving ve şöyle bitiriyor: "Belleğe yönelik olarak yüz yıldan fazla bir süredir devam eden bilimsel araştırmalardan elde edilen en önemli iç görü, belleğin karmaşıklığının tüm hayal gücünün ötesinde bir şey olduğunun farkına varılması olabilir."